22 Nisan 2014 Salı


 5. OYUN

HADİ BİR KARAR YAZALIM


Kişiler:
Başkan
Yazman
1.Üye
2.Üye
Savcı


(Az ışıkta sahne/dekor düzenlemesi. Sahnede “HADİ BİR KARAR YAZALIM” ve “TE’NİN 25. ÖZEL MAHKEMESİ” yazıları. Mahkeme başkanının odası. Masa, koltuk ve sandalyeler; yazman masası, bilgisayar.  Dekor son derece sade ve yalın. Odada mahkeme başkanı, iki yargıç üye, savcı ve yazman.  Sahne açıldığında herkes donmuş gibi, put gibi hareketsiz. Bir süre izleriz… Sonra…)

BAŞKAN  - Arkadaşlar, bugünkü toplantımız üçüncü toplantı. Ancak hâlâ ilerleme  sağlayamadık. Yani  bugün  artık bir şeyler yapalım. Şu kararın yazımına başlayalım. Yani hem medya, hem avukatlar çok sıkıştırıyorlar.    
1. ÜYE      - Başkanım izin verirseniz ben yazdırmaya başlayayım.

BAŞKAN  - Hadi başla bakalım.

1. ÜYE    - (Yazmana) Yazınız Füzyan Hanım: Dosyada mevcut bütün delillerden, bilirkişi raporlarından, tanık beyanlarından ve tüm dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi…

2. ÜYE        -  Olmadı.

BAŞKAN   - Niye olmadı?

2. ÜYE       - Bismillah ile başlamadı.

BAŞKAN   - Başka?

2. ÜYE       - Büyük Başkan Te’nin adını anmayı unuttu.

BAŞKAN  - Doğru. O zaman sen yazdır bakalım.

2. ÜYE      - Füzyan Hanım şöyle başlayalım: Bismillah! Büyük Başkan Te adına karar  veren Te’nin 25. Özel Yüce Mahkemesince… İki nokta üst üste…  Sanıkların tüm suçları sabit olmakla…

SAVCI      - Olmadı.

BAŞKAN  - Bu defa kimi unuttuk?

SAVCI       - Kimseyi unutmadık da karar yazımına böyle mi başlanır!?..

BAŞKAN  - Nasıl başlanır?..

SAVCI      - Önce olaylar anlatılacak, iddianame özetlenecek, deliller tartışılacak, sanıkların tek tek eylemleri değerlendirilecek ki ondan sonra hüküm kurulsun. Yani karara pat diye girilmez ki…

BAŞKAN  - Çok haklısın. Biz aslında bu davayı bitirmekle yanlış yaptık.

1. ÜYE     - Vallah doğru Başkanım. Ne güzel mahkemecilik oynuyorduk. Girip girip çıkıyorduk. Herkesi de tutuklamış içeriye tıkmıştık. Yani biz daha bir 10 yıl böyle gidebilirdik.

2. ÜYE      - 10 yılın sonunda bunların yarısı ölür, yarısı yatalak olup hastaneden çıkamazdı. Geriye kalan üç beş kişiye de müebbet verip ayrıntılı karar yazmaktan kurtulurduk.

BAŞKAN - Yaptık bir yanlış işte. Bizim sanıklara hangi kıstasları dikkate alarak ceza verdiğimiz belli mi?      

1. ÜYE      - Belli Başkanım, elimizde listesi var. Listede cezaları yazılı.

BAŞKAN - Tabii listesi var, ceza miktarları da belli ama biz bu cezaları ne gibi hususları dikkate alarak verdik? Yani birine az, ötekine çok ceza verdiysek bunda kıstasımız ne oldu?

1. ÜYE     - Kıstasımız adalet oldu Başkanım. Yani herkese mümkün olduğu kadar aynı miktar ceza verme gayreti içinde olduk.

2. ÜYE    - Yani biz falan sanığı 15 yıl yatırırken, diğerine 5 yıl ceza vermek gibi bir  haksızlık yapmadık. Ona da 15 yıl verdik. Adaleti gözettik. Ufak tefek oynamalar, farklılıklar olduysa bile bu makul sınırlar içinde kaldı. Yani tombala çeker gibi havadan ceza vermedik.

BAŞKAN  - Karar yazarken bu hususları da belirtelim ki gerekçemiz sağlam olsun.

SAVCI       - Başkanım, kararın gerekçesinde CD’lerden de bahsetseniz iyi olur.   

BAŞKAN  - Ne gibi?

SAVCI     - Avukatlar CD’lerin asıllarının gönderilmemesine çok fazla itiraz ettiler  ya, gerekçede bu itirazlara cevap verseniz.

1. ÜYE       - Savcı Bey, kopyalar Te damgalı ya, bundan sağlam garanti mi olur? Yani Te damgalı olduktan sonra aslından daha asıl sayılmaz mı?

2. ÜYE      - Sayılır sayılmasına da avukatların adalet ve hukuk anlayışları bu kadar işte. Onun için gerekçede bu itirazlara şöyle esaslı bir cevap vermek gerekiyor.

BAŞKAN - Peki, avukatların CD’ler sonradan yazılmış, değiştirilmiş itirazlarını,  CD’ler sahte itirazlarını ne yapacağız? Bunlara nasıl cevap vereceğiz?... Sahte CD’leri ne yapacağız? Bunları nasıl kullanıp savunacağız?

2. ÜYE      - Savcı Bey söyledi ya Başkanım, sahte CD’lerin her çeşidinin mevcut olduğunu. İşimize gelen CD’yi alır, işimize gelen yerde kullanırız.

BAŞKAN  - Kullanırız da, avukatların itirazlarını nasıl ve ne gibi bir gerekçeyle  karşılayacağız, nasıl çürüteceğiz?

1. ÜYE     - Başkanım sahte CD’lere avukatlar iki yönden itirazda bulundular. Birincisi, CD’lerin kayda alındığı tarihte kullanılan yazı tipinin henüz o tarihte icat edilmemiş olduğu. Dolayısıyla diyor avukatlar, bu CD’ler, demek ki daha sonraki bir tarihte üretilmiş ve üzerine eski tarih atılarak sahtecilik yapılmıştır. İkincisi ise, CD’lerde yazılı sokak ve cadde adlarının, CD’nin kaydı tarihinden çok sonraki tarihlerde konulmuş sokak ve cadde adları olduğunu, dolayısıyla da CD’lerin sonradan sahte olarak üretildiğini savunuyorlar.

SAVCI       - Evet, aynen öyle…

BAŞKAN - Hem aynen öyle, hem de doğru… Doğru da biz bunların doğru olmadığını nasıl kanıtlayacağız?.. Mesele burada…

2. ÜYE   - Çok kolay Başkanım. Bu yazı tiplerini kimler icat ediyor?  Amerikalılar. Niye hep Amerikalılar icat ediyor da bizler icat etmiyoruz? Yani bizler Başkan Te sayesinde, onun büyük yol göstericiliğinde, ondan aldığımız ilham ve kuvvetle Amerikalılardan önce icat etmiş olamaz mıyız? Oluruz ve bunu CD’lerimizde de kullanırız. Ancak bu askeri bir sır olduğundan bunu dünyaya açıklamayız. Amerikalılar da bunu sonradan  casuslukla bizden çalmış olurlar.

1. ÜYE      - Olmadı. Pek inandırıcı değil…

2. ÜYE       - Nesi inandırıcı değil?

1. ÜYE      - Amerika ile ayrımız gayrımız mı var ki bu buluşu casuslukla alsınlar? Kim inanır bu casusluk hikayesine?..

2. ÜYE     - O zaman, biz bunu müttefikimiz ve dostumuz Amerika’ya günü geldiğinde gönüllü vermiş oluruz. Sonra Amerika bunu kendisi icat etmiş gibi yapar ve bize satar, biz de satın alırız. 

1. ÜYE       - Şimdi oldu işte.                                                  

BAŞKAN   - İkinci itirazı nasıl çürüteceğiz?

1. ÜYE      - Bu daha kolay. Bizde iki günde bir cadde, sokak, meydan adı değişiyor mu, değişmiyor mu?.. Her seçimden sonra, bazen seçim olmadan, birisinin aklına esiyor, bir önerge, bir meclis kararı, hoop caddenin adı gül iken sümbül olmuş; ya da Hassanos iken Ussanos; Tataturi iken Tutaturi  falan… Yani benim sokağımın adının dokuz kez değiştiğini ben biliyorum. Bu nedenle, cadde, sokak adlarının doğrusunun ne olduğunu kimse  bilmez. Biz kararımızda o tarihte   sokağın adı şudur dedikten sonra buna kimsenin itirazı olamaz. Gerekirse, bir kuruma yazar, o kurumdan sokak adı o tarihte şudur diye bir belge alıp dosyaya koyarız.

BAŞKAN   - Bu da iyi. Geriye ne kaldı?

2. ÜYE       - İddianameyi özetleyecektik.

BAŞKAN  - Bizim mahkememize özet yakışmaz. İddianameyi; bin sayfa, bin sayfa; üç bin sayfa, üç bin sayfa; kopyalayıp aynen alırız… Başka?..

1. ÜYE      - Başkanım, bir de toplantıya katılmayanlar var; darbe toplantısı sırasında yurt dışında olanlar var; toplantı sırasında görevli sekreter olarak salonda bulunanlar var; biz bu kişilere de ceza verdik. Buna da bir çare bulalım.

2. ÜYE     - Sonra, toplantı salonunun ses ve elektrik düzenini hazırlayan işçilere de ceza verdik.  Hem de ayrım yapmayalım diye 15-20 yıllık cezalar… Yani  onlara bari ceza vermeseydik…

BAŞKAN   - Ne yapalım, “Yaşın yanında kuru da yanar” mı, yoksa “Kurunun yanında yaş da yanar” mı diye atasözümüz bile var. Gerekçe olarak bu atasözünü de münasip bir yere koyalım.

2. ÜYE    - Başkanım karara başka atasözleri de koysak. “Damlaya damlaya göl olur”, “Taş yerinde ağırdır”, “Keskin sirke küpüne zarar verir” gibi… Yani yine münasip yerlere… Gerekçeyi kuvvetlendirmek için…

1. ÜYE     - Başkanım, bu fikir bence de çok güzel. Hatta, birkaç da deyim koysak. Yine münasip yerlere…

BAŞKAN    - Savcı Bey, siz ne dersiniz bu deyim ve atasözlerine? Uygun olur mu?

SAVCI     - Neden olmasın. Hatta ben diyorum ki, Temel fıkraları da iyi gider, diyorum. Bunlar da gerekçeye bir derinlik katar…

BAŞKAN   - Tamam, anlaştık. Yeni bir fikir beyan edecek olan yoksa (etrafına bakınır), bir eksiğimiz kalmadıysa başlayalım… (Bir süre bekler, sonra Yazmana) Yaz kızım… Bismillah!..
                                                            (Sahne kararır)

21 Nisan 2014 Pazartesi


 
4. OYUN

BU İŞLER NASIL İŞLER?..

 
Kişiler:
Başkan
Yazman
1.Üye
2.Üye
Savcı
1.Sanık
2.Sanık
3.Sanık
 
(Az ışıkta sahne/dekor düzenlemesi. Sahnede “BU İŞLER NASIL İŞLER?..” ve daha küçük boyutta “3. OTURUM” yazıları. Mahkeme salonu. Kürsü, yazman masası, sandalyeler. Kürsüde ve yazman masasında iki bilgisayar ekranı. Sanık/sanıklar bölmesi, Kürsünün arkasında, duvarda “TE’NİN 28. ÖZEL MAHKEMESİ” yazısı. Dekor son derece sade ve yalın. Sanıklar, avukatlar, izleyiciler fotoğraf/slâytla gösterilebilir. Oyun açılışında Başkan, yargıç üyeler, savcı ve yazman yerlerinde put gibi hareketsiz durmaktalar. Bir süre izleriz. Sonra…)

             

BAŞKAN   - (Üyelere ) Yine darbe davası mı?..

1. ÜYE       - Yok başkanım, bugünkü davamız farklı bir dava…

2. ÜYE       - Bugün casusluk davası izleyeceğiz. Pardon, casusluk davasına bakacağız işte…

BAŞKAN  - İyi iyi… Hep darbe, hep darbe; insan sıkılıyor doğrusu. Yok Güvercin Darbesi, Sandal Darbesi, Çivi Darbesi… Yani darbelerden gına geldi. Yalnız bizim mahkememiz değil, bütün Te’nin Özel Mahkemeleri darbeyle yatıp darbeyle kalkıyorlar. Yani adında darbe olmasa bile her dava eninde sonunda varıp darbeye dayanıyor.

2. ÜYE       - Çok doğru Başkanım, şimdi karanfil devriminin yerini bile karanfil darbesi aldı.

1. ÜYE      - Yani casusluk davası lafını duyunca kalbim küt küt atmaya başladı. Aklıma da hemen meşhur casusumuz İngiliz Kemal geldi. Lavrens’i her defasında nasıl madara etmişti ama.

2. ÜYE   - Ben çocukluğumda, gençliğimde İngiliz Kemal üstüne yazılmış bütün kitapları okumuşumdur. Adam bi kere bir İngiliz’den daha iyi İngilizce bilip konuşuyor. Ne Lavrens’in, ne başka birinin onun Türk olduğunu anlaması mümkün değil. Herkes onu İngiliz sanıyor, o da yapacağını  yapıyor.

BAŞKAN  - Yalnız İngilizce değil. Almanca, İtalyanca, Rumca, Fransızca; sekiz on dili ana dili gibi konuşuyor. Bunun dışında çok iyi bir boksör. 1. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un işgalinde, işgal kuvvetlerinin boks şampiyonunu yenip milli kuvvetlere büyük moral kazandırıyor.

SAVCI      - Aynı zamanda iyi bir yankesici… Ünlü yankesicilerden ders alıyor ve bu casuslukta onun çok işine yarıyor. Öyle ki adamın sırtından ceketini çekip alıyor da adamın haberi bile olmuyor.

BAŞKAN   - Ünlü casuslardan birisi de Mata Hari’dir sanıyorum. Hitler’in sevgilisiydi değil mi?..

SAVCI       - Yok Başkanım, Mata Hari 1. Dünya Savaşı yıllarında casusluk yaptı.

1. ÜYE      - Fransa ve Almanya arasında iki taraflı olarak casusluk yapmaktan Fransızlar tarafından yargılandı ve suçlu bulunarak idam edildi. Mata Hari’nin hayatını, casusluklarını anlatan bir kitap okumuştum. Çok ilginçti.

SAVCI     - Kitap dedin de aklıma geldi. Polisiye romanlar… En ünlüsü Agatha Christie’dir herhalde…

2.ÜYE        - Evet; sonra George Simenon var, Dürrenmatt var…

BAŞKAN  - Ben de Sherlock Holmes’i biliyorum…

SAVCI       - Conan Doyle’nin kendisinden daha ünlü dedektifi…

BAŞKAN  -  Arkadaşlar bu kadar muhabbet yetsin diyelim mi? Duruşmaya başlasak diyorum. Aslında ben çoktan başlayacaktım da dosyayı okumadığımdan ağırdan alıyorum. Gerçi iddianame okundu ama onu da doğru dürüst dinlemedik; bakalım ne yapacağız. En iyisi Savcı Bey bize dosyayı özetleyiversin.

1. ÜYE      - Başkanım, dosyayı ben de okumadım ama çok casusluk romanı okudum, siz de uygun bulursanız bugün duruşmayı ben yönetsem, sanıklara soruları ben sorsam, diyorum.

2. ÜYE       - Başkanım, ben de çok polisiye okudum; ben de yönetebilirim.

BAŞKAN   - Ben varken olur mu canım; usule aykırı.

1. ÜYE       - O zaman sanıkların sorgusunda sorulacak soruları bize danışsanız.   

2. ÜYE       - Öyle yapalım Başkanım, biz kulağınıza fısıldarız…

BAŞKAN  - Olur olur; önce Savcı Bey bize dosyayı bir özetlesin de sonrası kolay… (Savcı, başkan ve üye yargıçlara dosyayı özetler. Sesi duyulmaz. Bir süre izleriz.)

BAŞKAN  - (Savcı’nın açıklaması bittikten sonra zile basar. Gelen mübaşire) Sanıkları, avukatları, izleyicileri, herkesi al içeriye; acele et, duruşmaya başlıyoruz! (Salonda herkes yerini aldıktan sonra etrafı süzer ve oturumu açar.) Te’nin. 28. Özel Mahkemesinin 3. oturumunu açıyorum. Davamız casusluk davası. Sanık sayısı 150. Tutuklu sanık sayısı 66. Savcılık ddianamesini daha önceki iki oturumda okuduk. Şimdi numara sırasıyla sanıkların sorgusunu yapacağız. İlk sanık huzura alınsın.

                    (İlk sanık huzura alınır.)

BAŞKAN - (Yazmana) Kimlik tespitini yap kızım.

                  (Yazman sanığa sorarak kimlik tespitini yapar. Konuşmaları duymayız. Kimlik tespitinden sonra)

BAŞKAN - (1. Sanığa) İddianameyi daha önce okuduk. Ne ile suçlandığınızı biliyorsunuz. Askeriyenin kullandığı uçakların modellerini, tiplerini, teknolojik özelliklerini, dolayısıyla devletin gizli sırlarını gizli örgüt mensubu olarak yabancılara satmakla suçlanıyorsunuz. Bu iddiaya ne diyorsunuz.  

SAVCI     - Satmamış da satma girişiminde bulunmuş sayın Başkanım. Satma işlemini  gerçekleştirememiş.

BAŞKAN   - Savcı Beyi duydunuz. Yani suç teşebbüs safhasında kalmış. Buyurun.

1.SANIK    -  Sayın Başkanım, bu iddialar kesinlikle doğru değil. Benim, bırakınız almayı satmayı; tipini, modelini; bu uçakların varlığından bile haberim yok.  

BAŞKAN   - İnkâr ediyorsunuz ama evinizde yapılan aramada çeşitli uçakların çizimleri, maketleri, uçakların teknolojik özelliklerine ilişkin kayıtlar bulunmuş. Bunların içinde Askeriye tarafından devlet sırrı olarak kabul edilen uçaklar da var. Bu uçaklar konusunda yabancıları bilgilendirmek  asusluk suçunu oluşturur. Deliller aleyhinize…                           

1.SANIK     - Başkanım, benim ilkokulda okuyan bir oğlum var. 4+4+4’ün ilk  4’ünün son sınıfında daha. Bunun aklı fikri uçaklarda. Benim bildiğim küçük çocuklar araba, otomobil sevdalısıdır, bizimki 3 yaşından beri uçaklarla yatıp kalkıyor. Bilgisayar mıdır, Ped midir nedir, elinde bir aygıt durmadan uçakları bulup onlarla oynuyor.. Sonra bunların resimlerini,    özelliklerini bilgisayar çıktısından, yazıcıdan alıp türlerine, çeşitlerine göre ayırıyor, boyuyor, maketini yapıyor, oynuyor falan… İşte polisler evi bastıklarında bu çizimleri, maketleri, uçaklara ilişkin bilgileri bulup alıyorlar ve sonra da beni casuslukla suçluyorlar. Bütün hikâye bu…

BAŞKAN    - Söyledim ya, bu uçakların bazıları üzerinde Askeriyenin gizlilik kaydı var. Yani bu uçaklara ilişkin bilgileri elde bulundurmak bile başlı başına suç. Kaldı ki sizin bir de bu bilgileri Amerikalılara satma girişiminiz var.

1.SANIK    -  Başkanım, bu olay başıma geldikten sonra araştırdım. Askeriyenin gizlilik kaydı koyduğu uçaklar eski model uçaklar. Bu gizlilik kararı ne zaman alındı bilmiyorum ama şimdi bu uçaklara ilişkin tüm bilgilere 3 yaşındaki çocuk bile bir bilgisayar tıkıyla ulaşabiliyor. Yani bunun bir gizliliği kalmamış. Bu bilgi zaten herkesin elinde iken, kim, neden benden satın alsın ya da ben kime satayım!? Sonra biz bu uçakları nerden aldık? Amerika’dan. Amerika bize sattığı uçağın bilgisini neden bizden satın alsın?..

1. ÜYE         - (Başkana doğru eğilerek) Başkanım, bu işte kadın parmağı olup olmadığını sorsanız.

BAŞKAN     - (1. Sanığa) Bak Hakim Bey ne diyor? Bu casusluk işinde kadın parmağı var mı? (1. Üye’ye döner) Yani Mata Hari gibi değil mi?..

1. ÜYE        - Yok Başkanım. Yani sanığı tuzağa düşürüp elindeki belgeleri alabilmek için ya da kadınla birlikteliklerini gizlice kameraya alıp şantaj gibi falan…

BAŞKAN    - (1. Sanığa) Var mı böyle bir durum?

1.SANIK      - Ne ilgisi var! Ortada gizli bir belge mi var ki bunları bana soruyorsunuz!

BAŞKAN    - Tamam, tamam… Başka diyeceğiniz var mı?

1.SANIK     - Yok…

BAŞKAN   - Siz buyurun yerinize geçin… (Mübaşire) İkinci sanık gelsin.

                     (İkinci sanık huzura alınır. Yazman kimlik tespitini yaptıktan sonra sorguya geçilir.)

BAŞKAN  - Siz de casuslukla suçlanıyorsunuz  . Ne diyorsunuz? Evinizde, Askeriyece üzerinde gizlilik kararı olan çeşitli gemi, feribot, yelkenli, denizaltı resim ve maketleri ile bunların kullanımına ilişkin bilgileri ihtiva eden belgeler bulunmuş. Bunları yabancılara satmak istemişsiniz? Bu da mı çocuğun marifeti?

2. SANIK    -  Ne yazık ki öyle. Bizim oğlan da gemilere merak sarmış işte. Başkanım, bakın bütün bu resim ve belgelerin tamamı bilgisayardan alınmıştır. Bu nedenle bunların gizliliğinden, yasaklılık durumundan söz edilemez. Ayrıca, bilgisayardan herkesin ulaşabileceği bu bilgilerin alım satımı da  söz konusu olamaz.

BAŞKAN    - Peki kadın parmağı falan?

2. SANIK    - Yok böyle bir şey Başkanım.

BAŞKAN   - Peki, siz de geçin yerinize. (Mübaşire) 3. Sanık gelsin.    

                     (3. Sanık huzura alınır. Kimlik tespitinden sonra sorguya geçilir.)

BAŞKAN - (3. Sanığa) Sizin de çocuk tabii…

SANIK      - Evet Başkanım.

BAŞKAN  - Anlaşılan bu işlerde kadın parmağı yok da çocuk parmağı var… Buyurun, anlatın.

3.SANIK    - Başkanım, bizimkisi biraz farklı. Bizim oğlan henüz 3 yaşında. 3 yaşında ama elinden hiç kâğıt kalem eksik olmaz. Hiç durmadan bir şeyler karalar durur. Bunlar resme benzemese de herkes yine kendine göre bir şeylere benzetir. Polisler bizim evi bastıklarında nerdeyse iki valiz dolusu bu karalamalara el koymuşlar ve sonra da bunlar yasaklı, gizli silahlar; füze, makineli, top, tank, obüs, bomba, uçak savar resimleri falan diyerek…

                                                                 (Sahne kararır.)  

 
3. OYUN
 
PADİŞAHIM ÇOK YAŞA

Kişiler:
Başkan
Yazman
1.Üye
2.Üye
Savcı
Gizli Tanık
Sanık
                
(Az ışıkta sahne/dekor düzenlemesi. Sahnede “PADİŞAHIM ÇOK YAŞA” ve daha küçük boyutta “399. OTURUM” yazıları. Mahkeme salonu. Kürsü, yazman masası, sandalyeler. Kürsüde ve yazman masasında iki bilgisayar ekranı. Sanık/sanıklar bölmesi. Kürsünün arkasında, duvarda “TE’NİN 405. ÖZEL MAHKEMESİ”,  “PADİŞAHIM ÇOK YAŞA”  ve “YIL 2025” yazıları. Dekor son derece sade ve yalın. Sanıklar,  avukatlar, izleyiciler fotoğraf/slâytla gösterilebilir. Oyun açılışında bir süre masasında put gibi hareketsiz oturmakta olan yazmanı izleriz. Sonra mahkeme başkanı, iki yargıç üye ve savcı kendi aralarında gülerek, birbirleriyle şakalaşarak salona girerler. Giysileri öncekilerden değişiktir. Yazman ayağa kalkar; yargıçlar ve savcı yerlerini alınca yazman da oturur.)
             
BAŞKAN - (Salonu süzerek) Te’nin 405. Özel Mahkemesinin 399. Oturumunu  açıyorum. Gizli tanıkların dinlenmesine devam ediyoruz. (Önündeki dosyayı karıştırarak Sıra 77. Gizli tanıkta. Huzura getirilsin. (Gizli tanık huzura alınır.) Adını söyle…
G. TAN.     - Gerçek adımı mı, uydurma adımı mı?
BAŞKAN   - Gerçek adını niye söyleyesin ki, o zaman senin gizli tanıklığın nerede kalacak!
G. TAN.     - O zaman uydurma adımı da söylemeyeyim. Söylersem herkes tanır beni.
BAŞKAN   - İyi, hadi söyleme. Biz seni 77. Gizli Tanık diye yazalım. Anlat bakalım  ne  biliyorsun.
G. TAN.     - Sanığın evi de bizim evimiz de 3. Osman caddesindedir.
BAŞKAN  - Hangi 3. Osman?
G. TAN.   - Padişah 3. Osman.
BAŞKAN - 3. Osman olamaz. Bizim bildiğimiz iki Osman var. 1. Osman; yani devletin kurucusu Osman Bey ve bir de Genç Osman… 3. Osman nerden çıktı?
G. TAN.    - Bu yeni çıktı Başkanım.
BAŞKAN  - Canım olmayan bir şey nasıl çıkar? Var mı, Osmanlı’nın tarihinde 3.  Osman Yok. Şimdi var mı? Yok…                           
G. TAN.   - Tedbir olarak Başkanım, bir de ileriyi görüş meselesi. Nasıl olsa bir gün başımıza bir Osman gelir varsayım ve düşüncesiyle, öngörüsüyle, şimdiden cadde ve meydanlara adını koyuyorlar.
BAŞKAN  - Hangi sivri akıllının aklıymış bu söylesene!
G. TAN.    - Söylemeyeyim Başkanım.
BAŞKAN - Söyle, söyle…
G. TAN.   - O zaman kulağınıza söyleyeyim. (Kürsüye gider, Başkanın kulağına fısıldar) Başkan Te…
BAŞKAN  - (Yüzü değişir) Haa, tabii canım; muhteşem… 3.Osman… Şahane bir buluş. Tarih yazmak buna denir işte… (Yazmana) Bu son kısmı, sivri akıllıları zabıtlardan çıkar kızım. Onun yerine tarih yazmak bölümünü koy. (Tanığa) Neyse canım, bunlar derin konular. Biz işimize bakalım. Yani bu  caddenin adı 3. Osman’dan önce neydi? Bizi ilgilendiren burası.    
G. TAN.     - Millet Caddesi. Ondan önce de Cumhuriyet Caddesiydi.
BAŞKAN  - Esasa gelirsek. Yani sanıkla evleriniz 3. Osman Caddesinde ise ne olmuş?
G. TAN.   - Sanık ve arkadaşları buradaki evlerinde hükümet darbesi için gizli gizli                     toplanıyorlardı. Ben bu toplantıların birisine tanık oldum. Buna ilişkin CD. kayıtları mevcuttur.
BAŞKAN   - (Savcı’ya dönerek) Savcı Bey, var mıdır böyle bir CD. kaydı?
SAVCI        - Vardır Başkanım. Yoksa da temin ederiz.
BAŞKAN   - Ama aslı olacak.
SAVCI        - Aslı yoktur, aslının kopyası mevcuttur.
BAŞKAN   - Aslı niye yok!
SAVCI        - Aslı Başkanımız Te’nin kozmik odasında mevcuttur.
BAŞKAN   - İsteyin.
SAVCI      - İstedik. Ancak Başkanımız Te kopyasını gönderdi. Yalnız kopyası Te damgalı olup aynen aslı gibidir.
BAŞKAN  - Neyse… Bu CD’lerde tanığın sözünü ettiği caddenin adı ne olarak geçiyor?Bize bu gerekli  3. Osman mı, Millet ya da Cumhuriyet Caddesi mi?..  
SAVCI     - Başkanım, bizde her türlü CD mevcut. Her ihtimale karşı her türlü CD’yi  hazırladık. Hem aslının kopyaları olan CD’lerimizde, hem aslının kopyası dışındaki CD’lerimizde her çeşidinden cadde, sokak, mahalle vb. yerlerin isimleri garantili olarak vardır. Mahkemeniz hangi çeşidini isterse ibraz etmeye hazırız. Eğer bu CD’lerde eksik bir husus bulursanız, yenisini de temin ederiz. O bakımdan müsterih…
BAŞKAN  - (Savcının sözünü keserek) Tamam, tamam… (Tanığa dönerek) Anlat  bakalım; ne diyordun sen?..
G. TAN.    - Başkanım, söylediğim gibi biz sanıkla aynı caddede oturuyorduk,  evlerimiz birbirine çok yakındı. Sanık ve arkadaşları, sanığın evinde   hükümeti düşürmek için sık sık toplanıp darbe planları yapıyorlardı.
BAŞKAN  - Nerden biliyorsun?
G. TAN.    - Dedim ya Başkanım, evlerimiz yakındı. Sanığın evi tek katlıydı. Bahçe  içindeydi. Ben geceleri gizlice evinin bahçesine girip pencerenin altında konuşmaları dinlerdim. Hatta bir defasında kadınlı erkekli çok kalabalık  olarak toplanmışlar, darbe için çok gizli bir plan yapmışlardı.
BAŞKAN   - Peki bunlar örgüt müydü? Ortada bir örgüt var mıydı?..
G. TAN.     - Kesin vardı.
BAŞKAN  - Nerden biliyorsun?
G. TAN.    - Başkanım, içlerinde bir teğmen, bir albay, iki general vardı. Yani bu sebeple darbeci bir örgüt olduğu kesin.
BAŞKAN  - Generallerden birisi bu sanık mıydı?
G. TAN.     - Yok Başkanım, sanık albaydı.  
BAŞKAN  - Sen başka bir olayın tanığısın herhalde…Yoksa sen bizim belirlediğimiz tanık değil misin?
G. TAN.      - Yanlışlık yok Başkanım.
BAŞKAN   - Nasıl yanlışlık yok! Biz burada generali yargılıyoruz, sen albay diyorsun.
G. TAN.      - O zaman albaydı Başkanım, sonradan general oldu.
BAŞKAN  - Doğru ya; şimdi 2025 yılındayız; sen ise 20 yıl öncesini falan anlatıyorsun Yani Cumhuriyet dönemini, ya da Millet dönemini… Allah Allah, demek  bu kadar yıl geçmiş. Şimdi anlat bize örgütü…
G. TAN.      - Başkanım, kadınlı erkekli çok azılı bir darbe örgütüydü. Hatta çocuklar bile vardı.
BAŞKAN   - Çocukları nerden biliyorsun; gördün mü?
G. TAN.   - Perdeler kapalıydı, göremedim. Ancak örgütte kadınların ve çocuklar olduğunu seslerinden anladım.
BAŞKAN   - Peki, devam et. Ne konuşuyorlardı?
G. TAN.   - Başkanım, kadınlı erkekli, “Bu böyle yürümez, böyle gitmez!” diyorlardı. "Bu kökten bozuk, düzeltmekle, onarmakla olmaz!” diyorlardı.“Konuşmanın faydası yok, harekete geçelim,”  diyorlardı. Sonra şifreli konuşuyorlardı. “Dayınlar o işi halletmişler mi?”, “Falan yerdekiler ne  yapıyorlarmış?...” gibi. Sonra Başkanım en önemlisi bir plandan söz ediyorlardı. Şunun gibi laflar:
                 “- Şu plana bir daha bakalım.”
                 “- Oraya değil, o parça buraya konacak.”
                 “- Hayır, hayır o yoldan değil, şu 3. yoldan. Bakın planda görülüyor.”
                 “- Şurada bir aksilik çıkacak diye çok korkuyorum.”
                 “- Harekete buradan başlayacağız değil mi?”
                 “- Evet, evet. Planda nasıl görülüyorsa öyle.”
                 “- Bakın tam tünelden geçerken elektrikler bir kesilirse…”
BAŞKAN  - Tamam. Anlaşıldı. Örgüt olduğu besbelli ve tam bir darbe plan ve hareketi. Bu durumda sen ne yaptın?
G. TAN.   - Bu durumda artık daha çok bekleyemedim. Doğru en yakın karakola koşup olanları, duyduklarımı bir bir anlattım. Hemen o gece örgüt evine bir baskın yapıldı; örgüt mensupları planlarıyla birlikte suçüstü yakalandı. Gazeteler sonraki gün, darbe yapıp demokratik düzeni yıkmak isteyen bir gizli örgütün ele geçirilip çökertildiğini yazdılar.
BAŞKAN  - Başka?..
G. TAN.    - Başka bilgim yok Başkanım. Benim bildiklerim bu kadar…
BAŞKAN  - Peki, geç yerine… (Sanığa) Gizli tanığı dinlediniz. Ne diyorsunuz?
SANIK     - Başkanım, sanık bizce gizli tanık değil. Kendisini çok iyi tanıyorum. Dediği gibi evlerimiz yakındı; bizim bahçeli bir evimiz vardı; aynı yerde, Cumhuriyet caddesinde oturuyorduk ve sanığın buraya kadar anlattıkları doğrudur. Ancak…
BAŞKAN - (Sanığın sözünü keserek) Yani gizli örgütü, askeri darbeyi ve suçunuzu kabul ediyorsunuz.
SANIK       - Hayır, hiçbirini kabul etmiyorum.
BAŞKAN - Tanığın beyanlarına itiraz etmediniz. Üstelik anlattıklarının doğru olduğunu bile söylediniz. Şimdi de suçunuzu kabul etmiyorsunuz?
SANIK     - Sayın Başkan, ben ancak diyerek olayı açıklayacağım sırada cümlemi  tamamlamama fırsat tanımadan sözümü kestiniz. İzninizle açıklayayım.
BAŞKAN - Buyurun…
SANIK    - Özetle, çok kısa olarak anlatacağım. Tanığın belirttiği tarihlerde, çocuklarımın Fransa’daki amcaları, yani kardeşim, bayram armağanı olarak çocuklara bir oyuncak tren göndermiş. Ama devasa bir tren. Köprüleri, tünelleri, alt-üst geçitleri, yollarıyla odaya zor sığan öylesine büyük bir oyuncak işte. Oyuncağın planı, krokisi, kurulum ve kullanma kılavuzu olduğu, üstelik elektrikten ve bu işlerden anlayan bir dostumuz da yardım ettiği halde oyuncağı kurup çalıştıramadık. Sonra, tanığın sözünü ettiği olay günü, hısım akraba, eş dost toplanıp, bir de profesyonel elektrikçi bulup oyuncağı kurup çalıştırmak istedik. Ancak bütün uğraşlarımıza   rağmen yine başaramadık. Biz oyuncağın kurulması için uğraşırken evi polisler bastı ve oyuncağı, oyuncağın eki kurulum ve kullanım kılavuzlarını, kurulum plan ve krokilerini alıp hepimizi derdest  karakola götürdüler. Sonraki gün de gazeteler tanığın belirttiği darbe manşetleriyle çıktı. Ama ondan bir sonraki günün gazete manşetleri de  şöyleydi:
                 “- Meğer yürümeyen oyuncak trenmiş…”
                 “- Başka şehirlerdeki akrabalar Dayı ve Teyze yüzünden…”
                 “- Demokrasi mi, çocuk oyuncağı mı?..”
                 “- Elektrikler sık sık kesilince…”
                 “- Fransızların son icadı oyuncak elektrikli trenin yaptıkları…”
                 “- Onlarca milyon liralık oyuncak bozulunca…”
                 “- Darbe değil, oyuncakmış…”
                 İşte olayın hikâyesi budur sayın Başkanım ve benim söyleyecek başka bir sözüm yoktur.
BAŞKAN - (Elini çenesine koyup düşünür, sağa sola bakınır. Sonra sanığa) Peki, sizi  niye tutukladık? Bu olaydan ötürü mü?
SANIK      - Evet. Hem de aradan yıllar geçtikten, ben albaylıktan generalliğe terfi ettikten sonra.
BAŞKAN - Hakkınızda başka iddia, başka darbe girişimi yok mu? Hani Patates Darbesi, Sapan Darbesi, Domuz Darbesi gibi?..
SANIK      - Yok. Yalnızca bu Oyuncak Darbesi var.
BAŞKAN  - (Savcıya) Savcı Bey, sanık hakkında iddianamede başka suçlama yok mu?
SAVCI     - Yok sayın Başkanım. Yalnızca bu suçlama var. Ancak, bizce oyuncak, gizli örgütü ve darbe plan ve toplantılarını kamufle etmek için getirilmiş. Sanıkların asıl amacı hükümete karşı darbe yapmak…
BAŞKAN   - (Bir süre düşündükten sonra sanığa) Kaç yıldır tutuklusunuz?
SANIK      - 15 yıl, 2 ay, 17 gün…
BAŞKAN - Vay vay vay… Epey de olmuş…
SANIK    - Tahliye talebinde bulunuyorum. Tutukluluk halimin kaldırılarak salıverilmeme karar verilmesini istiyorum.
BAŞKAN - (Düşünür) Biz dosyanı inceleyelim. Dosyada bilirkişi raporu yoksa emanette kayıtlı planların oyuncağa ait olup olmadığı konusunda bilirkişiden rapor alalım. Planlar oyuncağa ait ise başkaca darbe planı olup olmadığını araştıralım. Bunun için çeşitli yerlere müzekkereler yazalım. Gereği Düşünüldü: Bütün bu nedenlerle sanığın tutukluluk halinin devamına, duruşmanın falan tarihe…
                                                            (Sahne kararır.)