22 Nisan 2014 Salı


 5. OYUN

HADİ BİR KARAR YAZALIM


Kişiler:
Başkan
Yazman
1.Üye
2.Üye
Savcı


(Az ışıkta sahne/dekor düzenlemesi. Sahnede “HADİ BİR KARAR YAZALIM” ve “TE’NİN 25. ÖZEL MAHKEMESİ” yazıları. Mahkeme başkanının odası. Masa, koltuk ve sandalyeler; yazman masası, bilgisayar.  Dekor son derece sade ve yalın. Odada mahkeme başkanı, iki yargıç üye, savcı ve yazman.  Sahne açıldığında herkes donmuş gibi, put gibi hareketsiz. Bir süre izleriz… Sonra…)

BAŞKAN  - Arkadaşlar, bugünkü toplantımız üçüncü toplantı. Ancak hâlâ ilerleme  sağlayamadık. Yani  bugün  artık bir şeyler yapalım. Şu kararın yazımına başlayalım. Yani hem medya, hem avukatlar çok sıkıştırıyorlar.    
1. ÜYE      - Başkanım izin verirseniz ben yazdırmaya başlayayım.

BAŞKAN  - Hadi başla bakalım.

1. ÜYE    - (Yazmana) Yazınız Füzyan Hanım: Dosyada mevcut bütün delillerden, bilirkişi raporlarından, tanık beyanlarından ve tüm dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi…

2. ÜYE        -  Olmadı.

BAŞKAN   - Niye olmadı?

2. ÜYE       - Bismillah ile başlamadı.

BAŞKAN   - Başka?

2. ÜYE       - Büyük Başkan Te’nin adını anmayı unuttu.

BAŞKAN  - Doğru. O zaman sen yazdır bakalım.

2. ÜYE      - Füzyan Hanım şöyle başlayalım: Bismillah! Büyük Başkan Te adına karar  veren Te’nin 25. Özel Yüce Mahkemesince… İki nokta üst üste…  Sanıkların tüm suçları sabit olmakla…

SAVCI      - Olmadı.

BAŞKAN  - Bu defa kimi unuttuk?

SAVCI       - Kimseyi unutmadık da karar yazımına böyle mi başlanır!?..

BAŞKAN  - Nasıl başlanır?..

SAVCI      - Önce olaylar anlatılacak, iddianame özetlenecek, deliller tartışılacak, sanıkların tek tek eylemleri değerlendirilecek ki ondan sonra hüküm kurulsun. Yani karara pat diye girilmez ki…

BAŞKAN  - Çok haklısın. Biz aslında bu davayı bitirmekle yanlış yaptık.

1. ÜYE     - Vallah doğru Başkanım. Ne güzel mahkemecilik oynuyorduk. Girip girip çıkıyorduk. Herkesi de tutuklamış içeriye tıkmıştık. Yani biz daha bir 10 yıl böyle gidebilirdik.

2. ÜYE      - 10 yılın sonunda bunların yarısı ölür, yarısı yatalak olup hastaneden çıkamazdı. Geriye kalan üç beş kişiye de müebbet verip ayrıntılı karar yazmaktan kurtulurduk.

BAŞKAN - Yaptık bir yanlış işte. Bizim sanıklara hangi kıstasları dikkate alarak ceza verdiğimiz belli mi?      

1. ÜYE      - Belli Başkanım, elimizde listesi var. Listede cezaları yazılı.

BAŞKAN - Tabii listesi var, ceza miktarları da belli ama biz bu cezaları ne gibi hususları dikkate alarak verdik? Yani birine az, ötekine çok ceza verdiysek bunda kıstasımız ne oldu?

1. ÜYE     - Kıstasımız adalet oldu Başkanım. Yani herkese mümkün olduğu kadar aynı miktar ceza verme gayreti içinde olduk.

2. ÜYE    - Yani biz falan sanığı 15 yıl yatırırken, diğerine 5 yıl ceza vermek gibi bir  haksızlık yapmadık. Ona da 15 yıl verdik. Adaleti gözettik. Ufak tefek oynamalar, farklılıklar olduysa bile bu makul sınırlar içinde kaldı. Yani tombala çeker gibi havadan ceza vermedik.

BAŞKAN  - Karar yazarken bu hususları da belirtelim ki gerekçemiz sağlam olsun.

SAVCI       - Başkanım, kararın gerekçesinde CD’lerden de bahsetseniz iyi olur.   

BAŞKAN  - Ne gibi?

SAVCI     - Avukatlar CD’lerin asıllarının gönderilmemesine çok fazla itiraz ettiler  ya, gerekçede bu itirazlara cevap verseniz.

1. ÜYE       - Savcı Bey, kopyalar Te damgalı ya, bundan sağlam garanti mi olur? Yani Te damgalı olduktan sonra aslından daha asıl sayılmaz mı?

2. ÜYE      - Sayılır sayılmasına da avukatların adalet ve hukuk anlayışları bu kadar işte. Onun için gerekçede bu itirazlara şöyle esaslı bir cevap vermek gerekiyor.

BAŞKAN - Peki, avukatların CD’ler sonradan yazılmış, değiştirilmiş itirazlarını,  CD’ler sahte itirazlarını ne yapacağız? Bunlara nasıl cevap vereceğiz?... Sahte CD’leri ne yapacağız? Bunları nasıl kullanıp savunacağız?

2. ÜYE      - Savcı Bey söyledi ya Başkanım, sahte CD’lerin her çeşidinin mevcut olduğunu. İşimize gelen CD’yi alır, işimize gelen yerde kullanırız.

BAŞKAN  - Kullanırız da, avukatların itirazlarını nasıl ve ne gibi bir gerekçeyle  karşılayacağız, nasıl çürüteceğiz?

1. ÜYE     - Başkanım sahte CD’lere avukatlar iki yönden itirazda bulundular. Birincisi, CD’lerin kayda alındığı tarihte kullanılan yazı tipinin henüz o tarihte icat edilmemiş olduğu. Dolayısıyla diyor avukatlar, bu CD’ler, demek ki daha sonraki bir tarihte üretilmiş ve üzerine eski tarih atılarak sahtecilik yapılmıştır. İkincisi ise, CD’lerde yazılı sokak ve cadde adlarının, CD’nin kaydı tarihinden çok sonraki tarihlerde konulmuş sokak ve cadde adları olduğunu, dolayısıyla da CD’lerin sonradan sahte olarak üretildiğini savunuyorlar.

SAVCI       - Evet, aynen öyle…

BAŞKAN - Hem aynen öyle, hem de doğru… Doğru da biz bunların doğru olmadığını nasıl kanıtlayacağız?.. Mesele burada…

2. ÜYE   - Çok kolay Başkanım. Bu yazı tiplerini kimler icat ediyor?  Amerikalılar. Niye hep Amerikalılar icat ediyor da bizler icat etmiyoruz? Yani bizler Başkan Te sayesinde, onun büyük yol göstericiliğinde, ondan aldığımız ilham ve kuvvetle Amerikalılardan önce icat etmiş olamaz mıyız? Oluruz ve bunu CD’lerimizde de kullanırız. Ancak bu askeri bir sır olduğundan bunu dünyaya açıklamayız. Amerikalılar da bunu sonradan  casuslukla bizden çalmış olurlar.

1. ÜYE      - Olmadı. Pek inandırıcı değil…

2. ÜYE       - Nesi inandırıcı değil?

1. ÜYE      - Amerika ile ayrımız gayrımız mı var ki bu buluşu casuslukla alsınlar? Kim inanır bu casusluk hikayesine?..

2. ÜYE     - O zaman, biz bunu müttefikimiz ve dostumuz Amerika’ya günü geldiğinde gönüllü vermiş oluruz. Sonra Amerika bunu kendisi icat etmiş gibi yapar ve bize satar, biz de satın alırız. 

1. ÜYE       - Şimdi oldu işte.                                                  

BAŞKAN   - İkinci itirazı nasıl çürüteceğiz?

1. ÜYE      - Bu daha kolay. Bizde iki günde bir cadde, sokak, meydan adı değişiyor mu, değişmiyor mu?.. Her seçimden sonra, bazen seçim olmadan, birisinin aklına esiyor, bir önerge, bir meclis kararı, hoop caddenin adı gül iken sümbül olmuş; ya da Hassanos iken Ussanos; Tataturi iken Tutaturi  falan… Yani benim sokağımın adının dokuz kez değiştiğini ben biliyorum. Bu nedenle, cadde, sokak adlarının doğrusunun ne olduğunu kimse  bilmez. Biz kararımızda o tarihte   sokağın adı şudur dedikten sonra buna kimsenin itirazı olamaz. Gerekirse, bir kuruma yazar, o kurumdan sokak adı o tarihte şudur diye bir belge alıp dosyaya koyarız.

BAŞKAN   - Bu da iyi. Geriye ne kaldı?

2. ÜYE       - İddianameyi özetleyecektik.

BAŞKAN  - Bizim mahkememize özet yakışmaz. İddianameyi; bin sayfa, bin sayfa; üç bin sayfa, üç bin sayfa; kopyalayıp aynen alırız… Başka?..

1. ÜYE      - Başkanım, bir de toplantıya katılmayanlar var; darbe toplantısı sırasında yurt dışında olanlar var; toplantı sırasında görevli sekreter olarak salonda bulunanlar var; biz bu kişilere de ceza verdik. Buna da bir çare bulalım.

2. ÜYE     - Sonra, toplantı salonunun ses ve elektrik düzenini hazırlayan işçilere de ceza verdik.  Hem de ayrım yapmayalım diye 15-20 yıllık cezalar… Yani  onlara bari ceza vermeseydik…

BAŞKAN   - Ne yapalım, “Yaşın yanında kuru da yanar” mı, yoksa “Kurunun yanında yaş da yanar” mı diye atasözümüz bile var. Gerekçe olarak bu atasözünü de münasip bir yere koyalım.

2. ÜYE    - Başkanım karara başka atasözleri de koysak. “Damlaya damlaya göl olur”, “Taş yerinde ağırdır”, “Keskin sirke küpüne zarar verir” gibi… Yani yine münasip yerlere… Gerekçeyi kuvvetlendirmek için…

1. ÜYE     - Başkanım, bu fikir bence de çok güzel. Hatta, birkaç da deyim koysak. Yine münasip yerlere…

BAŞKAN    - Savcı Bey, siz ne dersiniz bu deyim ve atasözlerine? Uygun olur mu?

SAVCI     - Neden olmasın. Hatta ben diyorum ki, Temel fıkraları da iyi gider, diyorum. Bunlar da gerekçeye bir derinlik katar…

BAŞKAN   - Tamam, anlaştık. Yeni bir fikir beyan edecek olan yoksa (etrafına bakınır), bir eksiğimiz kalmadıysa başlayalım… (Bir süre bekler, sonra Yazmana) Yaz kızım… Bismillah!..
                                                            (Sahne kararır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder